29 Ekim 2016 Cumartesi

LO CHIAMAVANO JEEG ROBOT aka. They Call Me Jeeg Robot/ Bana Jeeg Robot Derler, Gabriele Mainetti, İtalya, Macera, Dram, 2015

İtalyan yönetmen Gabriele Mainetti'den bir anti-süper kahraman şaheseri. Tabii süper kahramanımız İtalyan sinemasından çıkınca Marvel veya DC uyarlaması Hollywood filmlerinde gördüğümüz süper kahramanlardan oldukça farklı oluyor. Filmin anti kahramanı Enzo Ceccotti toplumun "anti-" eki ile başlattığı tüm kavramları bünyesinde barındıran bir kanunsuz. Filmin başında da çaldığı saatle polisten kaçarken görüyoruz onu. Saklanmak için girdiği Tiber nehri kenarındaki bir çöp gemisinde da fark edildiğinde gemiden sarkarak Tiber'in sularında saklanmaya çalışıyor. Ancak bu sırada geminin altında yer alan kimyasal atık dolu varillerden birinin içine düşünce süper güçlerini kazanıyor. Kimyasalların etkisiyle bir kaç gün acılar içinde yatsa da sonunda ayaklanıyor Enzo ve ilk işi para kazanmak için alt kat komşusu Sergio'nun bir inşaatın 9.katında iki uyuşturucu kuryesinin midesindeki eroin torbalarını çıkarmasına yardım etmeye gidiyor. Ancak bu sırada kuryelerden birinin midesindeki eroin torbası patlayınca ölüyor ve diğeri de Sergio'nun silahını alıp Sergio'yu öldürüyor sonra da Enzo'ya ateş ediyor. Ancak hem vurulan hem de 9.kattan aşağı düşen Enzo hiç yaralanmadan kalkıyor oradan. Evine döndüğünde yanlışlıkla evinin metal kapısına da bir yumrukla delik açınca güçlerinin farkına varmış oluyor. Tahmin edileceği gibi Enzo, Marvel'in Luke Cage'i gibi yaralanmaz/kırılmaz ve çok güçlü bir insana dönüşüyor. Ne varki süper güçlerle donatılan Enzo'nun ilk işi bir bankomatı kökünden sökerek evine götürmek oluyor. İkinci işi ise çaldığı paralarla evini porno dvd'leriyle doldurmak. Güvenlik kamerasının çektiği görüntüler de Youtube'a yüklenince bir anda "süper suçlu" olarak anılmaya başlanıyor Enzo.
Aslında film bir anlamda "Nasıl süper kahraman olunur?" veya "Süper güçleri olan bir insan sadece kahraman mı olmalıdır, neden insanlara yardımcı olmalıdır?" sorusunun cevaplarını arıyor. Bu konuda Enzo'nun yol göstericisi arkadaşı Sergio'nun şizofren kızı Alessia oluyor. Günlerini 1975'lerin ünlü manga ve animesi Steel Jeeg/Kotetsu Jeeg izleyerek/okuyarak geçiren ve dünya algısını da bu manganın kahramanları üzerinden oluşturan Alessia, Enzo'nun güçlerini görünce onu mangadaki dev savaşçı robot Steel Jeeg/Çelik Jeeg'in baş kısmına hükmeden Hiroshi Shiba olarak görüyor. Ancak karşısındaki geçimini hırsızlık yaparak sağlayan, geri kalan zamanını da TV karşısında porno film izleyip masturbasyon yaparak geçiren ve "hiç arkadaşı olmadığına" inanan Enzo olunca, Alessia'nın kafasındaki "süper güçlü iyi kahraman" hayali zarar görüyor. Neredeyse bütün film boyunca Alessia, Enzo'yu süper güçlü kişilerin insanlara yardım etmesi gerektiği konusunda eğitmeye, Enzo'yu doğru yola döndürmeye çalışıyor. Kendisine "Kimseyle arkadaş değilim." diyen Enzo'ya "Herkesin arkadaşı olmalısın sen. Birini kurtardığında hissedeceğin neşeyi hayal bile edemezsin." diye karşılık veriyor; ardından insanlara karşı hissettiği tüm o karşıtduygularla Enzo soruyor, "Gerçekten bu insanları kurtarır mıydın?", "Elbette!" diye cevap veriyor Alessia, "Ama onları tanımıyorsun bile!"...
Enzo bir piyon dahi olamadan başladığı hayatında önce süper-anti kahramana ardından da süper kahramana dönüşerek Alessia'nın şizofrenik dünyasını da gerçekleştiriyor bir yandan da. Önceleri polarının kapüşonunu başına geçirerek ve yüzünü de boyunluğuyla örterek süper-kötü kimliğini saklarken, finalde Alessia'nın yün iplerden ördüğü yeşil-sarı-kırmızı renklerdeki Steel Jeeg kafası şeklindeki maskeyle kimliğini saklıyor. Bu da onun, kas şekli verilmiş lateks kostüm giyen Marvel süper kahramanlarının karşısında hala o "anti" kimliğini taşımaya devam ettiğini gösteriyor bize. Hatta bir kavga sırasında karşısındaki adamın satırla kestiği ayak serçe parmağını, "süper güçlerim var ya belki tutar" düşüncesiyle bantlarla tekrar yerine yapıştırır- hatta siz de tutacağını düşünürsünüz çünkü Marvel kahramanlarında hep öyle olur-, ama Enzo ertesi sabah bantı söktüğünde kesik kısım ölü bir şekilde yere düşer. Yani, "o kadar da değil" der güçleri, kesilen geri gelmez. Onun zayıf yönü de budur işte.
Bizden bir süper kahramanın dönüşümünü anlatan, süper güçlerin varsa neden insanlara yardım etmen gerektiğini açıklayan kahramanı gibi normal olmayan bir süper kahraman filmi "Bana Jeeg Robot Derler". Ama tabii "normal olmayan" tanımı Hollywood'un normalleştirdiği süper kahramanlık baz alınarak yapıldığı için, film de tür olarak kahramanı gibi Hollywood ve Marvel'e/DC'ye bir "anti"lik taşıyor. Aslında normal olan bu film, bu yüzden de son dönemde göremediğimiz farklı yapımlardan biri, mutlaka seyrediniz.

"Kahramanlar şairler gibidir. Yüz yılda bir kere doğarlar. Kahraman nedir? Büyük bir yeteneği ve sıradışı bir cesareti olan kimsedir. İyiyi kötüden ayırmasını bilir. Kendisini başkaları için feda eder. Ama her şeyden önce kaybedecek çok şeyi ve kazanacak hiçbir şeyi yok iken eyleme geçer... Hayatımızı gözleyen birilerinin varlığı daha iyi bir geleceğe umutla bakmamızı sağlar."


                                                   IMDb                      rottentomatoes

15 Ekim 2016 Cumartesi

O AN: El Elefante Desaparecido aka. The Vanished Elephant/ Boyalı Fil; "Satranç Tahtası"

Perulu yönetmen Javier Fuentes-Leon'un 2014 yapımı, finalinde ekrana bakakaldığınız filmi "Boyalı Fil", filmin başlarında (tam olarak 17:45) karşımıza çıkan 17 sn.lik usta işi sahnesiyle "O An"daki yerini alıyor. Sahneden önce kısaca filmin konusuna değinecek olursak; Edo Celeste, kendi alter-egosu dedektif Felipe Aranda'nın maceralarını anlattığı serinin son kitabını yazmakta olan ünlü bir suç romanı yazarıdır. Peru'nun güney sahillerinde 2007'de gerçekleşen depremde ortadan kaybolan sevgilisi Celia'yı takıntı haline getiren Edo'ya gizemli bir kadın, Celia'nın kayboluşundaki gizemi çözmesinde yardımcı olabileceğini söylediği bir düzine fotoğraf verir. Bundan sonrası Edo'nun fotoğraflardaki sırrı çözmesini anlatır, çünkü fotoğraflar aslında daha büyük bir fotoğraf karesinin parçalarıdır ve bir puzzle gibi bu kareler birleştikçe ortaya daha farklı bir görüntü çıkmaktadır. 
"O An"a giren sahne ise Edo'nun bir kitabının canlandırmasının yapıldığı sanat galerisinde geçmekte. Zeminin ve bazı mekanların da duvarlarında satranç tahtası gibi siyah-beyaz karelerle kaplı olan kalabalık galeride önce Edo yayıncısı Samuel'le konuşmaktadır. Ardından gösteri için çağrı yapılır, etraflarındaki kalabalık ve peşinden Samuel çağrının yapıldığı salona doğru yönelirler, bu sırada kamera yukarıdan çekime geçer. Satranç tahtası şeklinde döşenmiş zeminin üzerinde insanlar ekranın aşağısına doğru düz bir şekilde ilerlerler.

Devam eden sahnede Edo ekranın sağında, beyaz bir kare içinde hafif çapraz şekilde bir süre tek başına dikilir. Kamera hala yukarıdan bakar sahneye.
Ve tek başına bir kaç saniyelik bekleyişin ardından Edo da çağrının yapıldığı salona doğru harekete geçer; ama sadece beyaz karelere basarak ve ekranın ortasına doğru çapraz bir hareketle...
Eğer bir satranç oyuncusuysanız ya da en azından satranç taşlarının hareketlerini biliyorsanız yönetmenin burada filmin adına ve öyküsündeki bir kaç noktaya yaptığı göndermeyi kolayca anlamanız mümkün. Edo'nun beyaz karede çapraz dikilerek ve ardından sadece beyaz kareler üzerinden çapraz bir şekilde yürüyerek ilerlemesi, satranç taşlarından "fil"in hamle şeklidir. Satrançta aynı renk takımda iki fil bulunur ve bunlardan soldaki daima beyaz kareye konur ve hareketi de beyaz kareden beyaz kareye çapraz şaklindedir (diğer fil şahın sağında ve siyah karede yer alır). Elbette gördüğümüz bu sahne bizi hemen filmin adındaki "fil"e (Elefante/ Elephant), Celia'nın kaybolduğu sahilde bulunan Fil Kayası'na ve Edo'nun kendisine yönlendirmektedir. Ama dediğim gibi bir takımda iki fil bulunmaktadır; biri Edo'ysa diğeri kimdir? Film işte bu ikinci filin hikayesidir aslında ama o da finalde anlaşılır...

2 Nisan 2016 Cumartesi

O AN: Daredevil S2E4: Jasper O'Clery'nin Sırrı


Marvel'in mükemmel çizgi-romanının bir o kadar mükemmel dizi uyarlaması Daredevil'in 2. sezonu kısa bir süre önce yayınlandı. 2. sezonu izleyenlerin de gördüğü gibi, 4. bölümün finalinde Daredevil, Punisher (Frank Castle)/ Cezalandırıcı'yı yaralı olarak İrlandalılar'dan kurtardıktan sonra onu bir mezarlığa götürerek polisin gelmesini beklerler. Bu sırada Daredevil ve Punisher arasında, Frank'ın geçmişine dair bir konuşma geçer. Ağır yaralı olan Frank, bu konuşma sırasında oturduğu yerde bir mezar taşına yaslanır. Mezar taşında Jasper O'Clery ismi yazmaktadır. Gerek sinemada gerekse yabancı dizilerde bunun gibi uzun ve manidar sahnelerde gözüken her şeyin bir anlamı vardır genelde (ya da bizler birer seyirci olarak böyle olmasını umarız. Bu konuda bkz. Lost'un bütün bölümleri) ve bu sahnede de Frank, onu Katolik bir rahip gibi dinleyen Daredevil'a günah çıkarmaktadır bir anlamda (Daredevil'in sivil kimliği Matt Murdoch da sık sık kiliseye giderek günah çıkarmaktadır, hatta adını da gittiği bu kiliseden alır: Saint Matthew). Dolayısıyla, her ne kadar dizinin çizgi-romanında bir karşılığı olmasa da, o sırada Punisher'ın arkasındaki mezar taşında görülen Jasper O'Clery adının da rastlantısal bir seçim olması düşünülemez aslında.
Mezar taşındaki isim olarak karşımıza çıkan Jasper (Yahudi-Hıristiyan geleneğinde Gaspar), Hıristiyan geleneğinde bebek İsa'ya "Yahudilerin Kralı" olarak hürmetlerini sunmak için doğudan geldiğine ve hediye olarak altın, günnük ve mür getirdiğine inanılan Üç Bilge Kral'dan (Üç Kahin olarak da bilinirler) birinin adıdır (diğer ikisi Melkhior ve Balthazar'dır).
Mezar taşındaki soyisim olarak karşımıza çıkan O'Clery ise O'Cleary, Clery, Cleary, MacCleary, McCleery şeklinde de telaffuz edilen Clarke'ın İngiliz formudur. Uzun süreli bir kullanımı olan bu soyadı Gallik (Kelt) kökenlidir ve M.S. 7.yy.ın başlarında görülen "chleirich" kelimesinin söyleyişinin değişmesiyle bu formunu almıştır. Bu da katip veya rahip anlamlarını taşımaktadır.
Dolayısıyla bu sahne; Jasper O'Clery'nin mezar taşına yaslanmış olan Punisher'ın kurtarıcısı olan (seçilmiş kişi- İsa) Daredevil'e günah çıkararak Üç Bilge Kral gibi aydınlanma yaşamasını ve ruhsal olarak yeniden doğuşunu simgelemektedir. Arkada, mezar taşında görülen Jasper O'Clery'e ait "doğum" ve ölüm" tarihlerini belirten kelimeler de bu yeniden doğuşa işaret etmektedir. Belki de dizide şimdiye kadar Punisher'ın henüz çizgi-romandaki (dizinin afişlerinde görülmesine rağmen) kurukafalı kostümünü giymemiş olması da bu erginlenmesini henüz tamamlamamış olması anlamına gelmektedir.

30 Aralık 2015 Çarşamba

19 Kasım 2015 Perşembe

LA CASA DEL FIN DE LOS TIEMPOS aka. The House at the End of Time/ Zamanın Sonundaki Ev aka. Araftaki Ev, Alejandro Hidalgo, Venezuella, Dram, Gizem, Gerilim, 2013

Çocukluğunu 80'li yıllarda yaşayıp, Bilinmeyen Ansiklopedisi'nin fasikülleri ve kült dizi Alacakaranlık Kuşağı izleyerek büyüyen ve X-Files/ Gizli Dosyalar ve Atlantis/Martin Mystere çizgi-romanını okuyarak bedensel, ruhsal ve zihinsel gelişimini tamamlayan biri olarak saydığım tüm bu malzemeleri içinde bulabileceğiniz, ilginç bir senaryoya sahip bir film Zamanın Sonundaki Ev. Ancak genel olarak sinema ve forum sitelerinde denildiği gibi tür olarak "Korku"ya pek girmiyor; her ne kadar filmin atmosferi sizi gerse de aslında olayın bambaşka olduğunu finale doğru anlıyorsunuz. Adında "... Ev" kelimesi geçen her film gibi Zamanın Sonundaki Ev de bir "tekinsiz ev" filmi ve bu tekinsizliği size açılış sahnesiyle ziyadesiyle veriyor. Açılışını 1981 yılında yapan film, söz konusu evde bilinmeyen güçler tarafından öldürüldüğünü gördüğümüz bir baba ve oğlunun (aslında oğul ölmüyor sadece ortadan kayboluyor ama o da ölmüş kabul ediliyor) cinayetinden evin annesi Dulce'nin sorumlu tutulmasını ve müebbet hapse mahkum edilişini gösteriyor bize. Ardından 30 yıl sonrasına atlıyor film ve artık yaşlanmış olan Dulce yaşlılıktan dolayı cinayetlerin işlendiği kendi evlerinde ev hapsine alınıyor. Dulce'nin eve dönüşüyle birlikte evde de garip olaylar yaşanmaya başlıyor tekrar ve artık yaşlanmış olan Dulce bir rahibin de yardımıyla 30 yıl önceki cinayetlerin sırrını ve evin gizemini çözmeye çalışıyor.
Aslında paranormal olarak bakıldığında, hem Bilinmeyen Ansiklopedisi'nden hem de Martin Mystere'den (ki bu çizgi roman hikayelerini gerçek mekan ve olgulara dayandırır) öğrendiğimiz kadarıyla yeryüzünde bu tür mekanlar veya coğrafi noktalar gerçekten de bulunmakta. Bunların en ünlülerinden biri Bermuda Şeytan Üçgeni diğeri de aynı eksende, ama tam aksi yönde bulunan Japon Ejder Üçgeni'dir. Bu iki nokta da buradaki tekinsiz ev gibi kaybolmaların veya zamanda kaymaların, ışınlanmaların yaşandığı birer nokta olarak tanımlanıyor (en azından paranormal olarak böyle açıklanıyor). Biz de, Rahip'in ev hakkında yaptığı araştırmalardan Zamanın Sonundaki Ev'i inşa eden 33.dereceden Hür ve Kabul Edilmiş Mason'un uzun incelemelerden sonra evin sadece o noktaya inşa edilebileceğini söylediğini öğreniyoruz. Çünkü finalde öğrendiğimiz kadarıyla o nokta, zaman ve boyutlar arasında geçişi sağlayan bir kavşak noktası. Zira yine Rahip'in yaptığı araştırmalardan o evde kaybolanların sadece Dulce'nin oğlu olmadığını öğreniyoruz. Bu nedenle bir korku filmi gibi başlayan film, senaryosunu zamanda yolculuğa bağlayarak farklı bir kulvarda seyrediyor. En azında doğaüstü yaratıklardan nasiplenmeye çalışmıyor gizemini açığa çıkarırken.
W. H. Hodgson'un tekinsiz evi "Sınırdaki Ev" ve Martin Mystere/Atlantis'in "Dünyanın Sınırındaki Ev" macerasının yayınlandığı Tay Yayınları 4. sayısı kapağı. Ev arkada.

Film, "tekinsiz ev" fenomeniyle kült Gotik yazar H. P. Lovecraft öykülerini ziyadesiyle hatırlatmakta ve etkisi açıkça görülmekte, hatta Lovecraft'ın da esin kaynaklarından biri olan W. H. Hodgson'un hemen hemen aynı isimli ve yine boyutlar ve zamanlar arasında geçiş sağlayan bir evi anlattığı kitabını da etkileşimde bulunduğu eserler arasında sayabiliriz, "Sınırdaki Ev". Yine Lovecraft'ın da bir karakter olarak içinde yer aldığı Martin Mystere'in "Dünyanın Sınırındaki Ev" macerasında var olan evin, zamanda ve boyutlar arasında geçiş sağlamasıyla da (ve tabii isimsel olarak da) filmle benzeştiğini söyleyebiliriz. Zamanın Sonundaki Ev, edebi ve paranormal olarak sağlam yerlerden referans alan, iyi ve finalde şaşırtan, ama film bitip üzerine biraz düşündükten sonra daha da iyi olabilecekmiş hissini veren bir senaryoya sahip. Tabii beyazparde hakimiyetinden dolayı Hollywood'un hiper yakışıklı ve güzel yıldızlarını seyretmeye alışık gözlerimiz Venezuellalı yıldızları biraz yadırgasa da film her şekilde izlenmeyi hak ediyor.

                                                       IMDb                    rottentomatoes

7 Ekim 2015 Çarşamba

BİZDEN HABERLER: İşte O Film Yazılarımız

Bir süre önce yayın hayatına başlayan "İşte O Film" sinema/film sitesindeki yazılarımız "Hayal Gücümüzün Ötesi Filmler" başlığı altında yayınlanmaya devam ediyor. Sıradaki yazımız, yine daha önce bu blogda yayınlanmış olan "Los Ultimos Dias/ Dünyanın Son Günleri". Siteye ve yazıya aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz.

LOS ULTIMOS DIAS/ Dünyanın Son Günleri,David Pastor, Alex Pastor, İspanya, 2013, Bilim-Kurgu, Macera

2 Ekim 2015 Cuma

The VISIT/ Ziyaret, M. Night Shyamalan, ABD, Korku, Gerilim, 2015


Her ne kadar "6.His/ Sixth Sense" ile meşhur olsa ve hala onunla anılsa da aslında Shyamalan'ın bütün filmleri yönetmenlik açısından iyi filmlerdir. Hatta bazan öykü ve senaryosu tökezlese, genel olarak son işleri beğenilmese de yönetmenlik açısından bakıldığında filmlerinde hiçbir gerileme görülmez. Kendi yarattığı tarzın dışına çıktığı "After Earth/ Dünyadan Sonra" ve "Son Hava Bükücü/ Last Airbender" gibi filmleri çok beğenilmese de teknik açıdan bakıldığında yönetmenin bilim-kurgu ve fantastik türlerinde de başarılı olduğu görülüyor. Shyamalan'ın filmlerinde görmeye alışık olduğumuz hatta artık beklediğimiz, "6.His"le başlayan ve bizce "Ölümsüz/ Unbreakable"la zirve yapan  "finaldeki twist/şaşırtmaca/ter köşe" olgusu da özellikle "Sudaki Kız/ Lady in the Water" ve "Köy/ The Village"da biraz zorlamaya gitmiş, "Mistik Olay/ Happening"de ise finalde tıkanıp kalmıştı. Tüm bunlara rağmen her Shyamalan filmini en azından o yönetmenliği için merakla bekler olmuştuk, ki yönetmen son filmi "The Visit/ Ziyaret" ile tekrar karşımıza çıktı. 
Son iki bilim-kurgu ve fantastik tür denemesinden sonra Shayamalan tekrar, o eski bildiğimiz korku-gerilim-dram tarzına geri dönüyor Ziyaret'le. Üstelik gene finalde bir sürpriz bekliyor bizi. Film, anneleri 15 sene önce sevdiği adam için evini terk ettiği için o zaman kadar görmedikleri (annelerinin de bir daha görmediği) büyükanne ve büyükbabalarını ziyaret etmelerini anlatıyor. Babaları da onlar daha çok küçükken evi terk eden Becca ve Tyler'ın büyükanne ve büyükbabasının evlerinde geçirdikleri ilk günün gecesinde ise evde garip olaylar olmaya başlar; çıplak büyükanne duvarları tırmalar, ortalıkta koşturur, elinde ekmek bıçağıyla dolanır vs. Ertesi gün bunu büyükbabalarına söyleyince de büyükannelerinin yaşlılıktan dolayı hasta olduğunu ve en iyisi akşam 21:30'dan sonra odalarından dışarı çıkmamalarını söyler onlara. Ama bu çocukları daha da meraklandırır ve bunun arkasındaki sırrı çözmeye çalışırlar...
Shayamalan'ın son dönemde moda olan "buluntu film" türünü denediği "Ziyaret", ziyaretlerini bir belgesele dönüştürmeyi düşünen ufak Tyler'ın başından itibaren bir el kamerasıyla yaptığı kayıtlardan oluşmakta. Aslında herhangi bir yüzeyden yansıyan, bir nesnenin arkasından çekilen veya ters görüntüler vermeyi seven yönetmen için anlatıma katkı sağlayan iyi bir seçim olmuş el kamerası. Bu tür açılarda ve görüntülerde sınır tanımayan Shyamalan, bu sefer kamerayı seyirciden saklama endişesi olmadan daha rahat ve özgür çalışmış. Özellikle Tyler'ın Becca'yla yaptığı röportaj sahnesinde Tyler'ın Becca'ya yaptığı zoom hareketi tam derslik bir görüntü oluşturmuş. Önde Becca netken arkası bulanıktır ve kamera yavaş yavaş zoom yapmaya başlar ama ne Becca'ya ne de arkasına, ikisi arasındaki bir noktaya odaklanır ve Becca'nın yüzü ekranın solunda kocaman olana kadar devam eder; Becca Tyler'a "bana zoom mu yapıyorsun?" diye sorar, Tyler da "Hayır!" der. Benzer odaklanma hareketlerini önceki filmlerinde de gördüğümüz Shyamalan için bu sahne zirve noktasıdır. Ancak sonraki filmlerinde bu sahnenin ötesine geçecek bir zoom yapabilir mi bekleyip göreceğiz (karşılaştırmak açısından özellikle Ölümsüz/ Unbreakable'da buna benzer bir sahne vardır: Tren kazasından sonra hastanede gördüğümüz David Dunn'a doktor kazadan tek kurtulan kişi olduğunu söylemek üzeredir, ama yaralı olarak kurtulan bir kişi daha vardır ve o da arkada üstünde beyaz bir çarşaf örtülü olarak sedyede yatmaktadır; ama birden çarşafın ortasında bir kan lekesi belirmeye başlar ve yavaş yavaş büyür bu leke, leke büyüdükçe kamera da ona zoom yapar ve sahnenin arkasında doktorun sesi bu zoom'a eşlik eder "Az sonra tren kazasından kurtulan tek kişi olduğunuzu açıklayacağız.". Bu mükemmel bir sahnedir).
Ziyaret/ Visit, zaten yönetmenlik açısından iyi nitelikler taşıyan Shyamalan'ın özüne döndüğü, finaldeki ters köşeyle bizi şaşırttığı, film boyunca karşımıza çıkan ani görüntülerle korkuttuğu, bazan de kardeşlerin arasındaki diyaloglarla gülümsettiği bildiğimiz anlamda ve görülmesi gerekn bir Shyamalan filmi...

                       IMDb                                     RottenTomatoes                             Metacritic