29 Şubat 2012 Çarşamba

FİLMSEL KAVRAMLAR: ‘SOURCE CODE/ Kaynak Kodu’ (Source Code, Duncan Jones, 2011)

‘Source Code’, aynı isimli ama Türkçe’ye Yaşam Şifresi olarak çevrilen filmde karşımıza çıkan bir kavramdır. Filmde terörist bir eylem sonucu bombayla havaya uçurulan bir trende hayatını kaybeden insanların beyninden  ölmeden önce yaşadıkları son sekiz dakikanın kayıtları çıkarılarak, Source Code/ Kaynak Kodu denen bir bilgisayar programına aktarılmakta ve bir tren dolusu insanın son sekiz dakikası sentezlenerek (veya birleştirilerek) bu sekiz dakika kaynak kodu içersinde sekiz dakikalık yeni bir sanal gerçeklik alanı oluşturmaktadır. Yalnız bu insanların hepsi trenin patlaması sonucu öldüklerinden kaynak kodu da aynı patlamayla sona ermektedir. Bu nedenle olayı çözmek için kaynak koduna yollanan Yüzbaşı Colter Stevens’ın da sadece 8 dakikası vardır. Dışarıdan programa yollanan Colter gözlerini trende açtığında kendisini yolculardan birinin bedeninde bulur; gerçekte kendisi patlama anında o trende bulunmadığı için kaynak koduna bilinci aktarılan yolculardan birinin bedeninde gözlerini açmaktadır her seferinde. Üstelik o andan öncesini, yani oraya nasıl geldiğini de hatırlamamaktadır. Colter 8 dakika sonunda trenin havaya uçmasıyla programdan çıkmakta ve gözlerini bir kapsülde açmaktadır. Kapsül dışından yönlendirilen Colter, tekrar kaynak koduna gönderilerek aynı gerçekliği bir daha yaşaması sağlanmakta ve böylece defalarca yollandığı ve yaşadığı programda her defasında bombayı koyan teröriste dair yeni bir şeyler keşfetmektedir. Ne var ki bu program içerisinde tren patlamasında hayatını kaybeden bir kadına aşık olan Colter, bir süre sonra bu sanal gerçekliğin aslında alternatif/ paralel bir gerçekliğe ve zamana dönüştüğünü fark edecek ve trendekilerin hayatlarını kurtarmaya çabalayacaktır. Colter’ın programda keşfedeceği son şey de kendisine dair olan gerçeklerdir.
Aslında ‘insan zihninin bir bilgisayara aktarılması’ olayı gerek bilim-kurgu sinemasında gerekse yazınında sıkça karşımıza çıkan bir olgudur. Yaşam Şifresi filminde bu farklı olarak, hatta imkansız denecek kadar zor bir biçimde, ölmüş insanların zihinlerinin son sekiz dakikalarında hafızaya aldığı olayların ya da anların bir bilgisayar programına aktarılması şeklinde karşımıza çıkmaktadır. Buradaki sekiz dakika vurgusu ise öldükten sonra zihinde sadece son sekiz dakikanın belli bir süre daha canlı kalması ve bir bilgisayar programına aktarılabilmesi anlamına gelmektedir. Daha öncesi de kişiyle birlikte ölmektedir. Böylece, filmdeki patlamayı örnek alacak olursak, bir patlamada ölen kişilerin son sekiz dakikasına ulaşılıp kaynak koduna aktarılmasıyla; olaya ait bütün son sekiz dakikalık bilgiler ve gözlemler sanal ortamda sentezlenerek çoktan gerçekleşmiş olan olay kaynak kodunda yeniden oluşturulmaktadır. Ölen insanların çokluğu, olay anına dair bilgilerin ve bakış açılarının da fazlalığı anlamına geldiğinden, kaynak kodunun gerçekliğe daha uygun olmasını sağlamaktadır. Dışarıdan birisinin kaynak koduna yollanması, aynı zamanda o kişinin geçmişe gönderilmesi anlamına da gelmektedir. Colter filmde kaynak koduna girerek, çoktan patlamış bir trenin patlamadan önceki son sekiz dakikasına girmiştir ve bu nedenle de patlamaya engel olup, trendekilerin hayatlarını kurtarabileceğini düşünmeye başlar bir süre sonra. Kaynak kodu sanal bir gerçeklik yaratmasının yanı sıra ‘geçmiş’ bir zamanı da yeniden kurmaktadır. Diğer taraftan kapsülün dışından (yani gerçeklikten) Colter’ı yönlendiren kişiler (kaynak kodunun yaratıcıları), çoktan gerçekleşmiş bu sonucu değiştiremeyeceğini söyleseler de, orada olayları yaşayan Colter onları asla dinlemez; yaşadıklarının ‘gerçeklikten’ bir farkı yoktur çünkü. Filmin finalinde Colter, kaynak kodunun oluşturduğu gerçeklikten, kendisini kapsülün dışından yöneten Goodwin’e cep telefonundan bir mesaj yollar, ancak Colter kaynak kodunda zaten geçmişteki bir anı yaşadığından, mesaj Colter kaynak koduna sokulmadan öncesindeki Goodwin’e gider, “Bu sabah birlikte tarihi değiştireceğiz.” demektedir. Gerçekten de öyle olur!
Finaldeki bu mesaj, bizim (ve kodun yaratıcılarının) aslında sanal gerçeklik sandığımız kaynak kodunun alternatif bir gerçekliğe ve zamana dönüştüğünün sinyalidir. Son zamanlarda oldukça popüler olan, “eğer öyle olmasaydı ne olurdu?” sorusuna verilen bir başka cevaptır kaynak kodu. Sonucu değiştirilen bir olayın yeni sonuçlarını görmek de beyazperde de bize nasip olmaktadır.
Öyleyse geriye tek bir soru kalmaktadır: Peki, Colter bir bilgisayar programı olan kaynak koduna nasıl girebilmektedir?
Bunu da filmin finaline bırakalım…


EN İYİ JENERİKLER: 11:14, Greg Marcks, 2003

Jenerik başladığı andan itibaren filme dair en bellirgin özellikleri bize göstermekte, ama kesinlikle konusunu açık etmemektedir ki 11:14'ün konusu aslında en vurucu yeridir. 'Yol'la ilgili bir film seyredeceğimiz açıktır, oyuncu isimleri bir otoyolda ilerleyen otomobiller gibi geçerler. Kimi isimler ani fren yaparak dururlar bir diğerine çarpmamak için, kimi isim kıl payı kurtulur diğerine çarpmaktan, kavşaklarda biribirinin öüne çıkar ya da önünü keser veya bir isim bir başka ismi kovalar. Bu da bize gösterir ki birbiriyle kesişen hayatlara dair bir film izlemek üzereyizdir; ya da aslında izlediğiniz bütün olayların tek bir sonu(cu) hazırladığı bir film.
Bir gece saat 11:14'te otoyolda ilerleyen ve sürücüsü telefonda konuşan bir otomobilin üzerine yukarıdan bir ceset düşer. Sonra, beş farklı kişinin gözünden bu olayın nasıl gerçekleştiğini, daha doğrusu olayların nasıl sarpa sarıp çözüldüğünü izleriz. Aynı olay beş farklı bakış açısıyla anlatılmasına rağmen her bakışta tekrar olayın başına döneriz, 11:00 sularında bakmaya başladığımız olay 11:14'te çözülür (daha doğrusu diğer bakışlarla kesişir) ve finalde tekrar telefonda konuşan sürücüye döneriz. Sonra da 'Yok, daha neler!' deriz...

28 Şubat 2012 Salı

V FOR VENDETTA, James McTeigue, 2005, ABD, Bilim-Kurgu, Macera


Aslında 'V' için söylenebilecek bir çok şeyi aşağıda söyledik (bkz. "V For Vendetta'nın V'si"), derken bile aslında 'V' için söylenebilecek bir çok şey daha var demek istiyoruzdur. Eğer siz de film seyrederken ufak bir deftere filmdeki karakterlerin ağzından çıkan sözleri not edenlerdenseniz, bilin ki bu filmde sadece 'V'nin ağzından çıkanları yazmak için bile ciltlerce deftere ihtiyacınız olacaktır. Diğer taraftan bu sözleri filmin uyarlandığı aynı isimli çizgi-romanı da alarak oradan okumanız mümkündür, ama bu sefer de 'V'yi canlandıran ve film boyunca taktığı Guy Fawkes maskesi nedeniyle yüzünü hiç göremediğimiz (maskeyi çıkardığında bile yüzünü göremiyoruz, ama filmde anlatılan olaylardan aslında bir yüzü de olmadığını anlıyoruz bir süre sonra), sadece o mükemmel tonlama ve aksanıyla sesini duyduğumuz Hugo Weaving'i izleme ve dinleme şansından mahrum kalırsınız. Her sözü ayrı bir aforizma değeri taşıyan ve biraz da okuduğu edebiyat eserlerinin etkisiyle Shakespeare'yen bir tarzı olan bu anti kahraman, hem kılıçlı sahnelerin hem de Evey'e karşı dıuyduğu ilginin de etkisiyle biraz da Cyrano de Bergerac'ı hatırlatmaktadır. Böylece 'V' bize bir devrimin yapılabilmesi için insanın gerçekten bir Romantik olması gerektiğini anlatmaktadır. Film işte bu devrimin neden ve nasıl yapıldığını ve yapılması gerektiğini 'özgürlükçü' bir bakış açısıyla anlatmaktadır, ki o bakış da 'V'nin bakışıdır...

27 Şubat 2012 Pazartesi

POSTER: FRANCISZEK STAROWIEYSKI, GOLEM (Piotr Szulkin, 1980)

"V FOR VENDETTA"NIN V'Sİ

"V For Vendetta" ya da Türkçe'ye uyarlarsak "Vendetta'nın V'si", tam Türkçe çevirisi ise "İntikam'ın İ'si" (Vendetta, kan davası demektir) şeklinde olmakla birlikte, belki de ilk defa bir yabancı filmin adının isabetli olarak Türkçe'ye çevrilmeden, aynı bırakıldığını görüyoruz. Zira bu filme "İntikam'ın İ'si" gibi bir isim vermek, hem filmin hem de filmin uyarlandığı aynı isimli Alan Moore eseri çizgi-romanın ruhuna ve manasına ihanet etmek olurdu. Her ne kadar film bir intikam öyküsünü anlatsa da, burada karşımıza çıkan intikam duygusu bireyler üzerinden hareketle sisteme yönlendirilmektedir. Çünkü kendine “V(i)” diyen kahramanımız içinde yaşadığı totaliter sistemin ülkeye egemen olma aşamasında, yine bu egemenliğe karşı çıkan insanların hapsedilip üzerinde bilimsel deneyler yapıldığı bir toplama kampında bu sistemin uygulayıcısı/yayıcısı olan kişiler tarafından kurban edilir. Dolayısıyla bu bireyler daha sonra kahramanımız için sistemin kişileştirilmiş haline dönüşecek ve sisteme karşı yürüttüğü intikam hareketini bu bireylere yönlendirerek daha somut sonuçlar almayı hedefleyecektir. Ancak eylemlerinin hedefindeki kişiler, sistemin oluşmasında en masum ya da en etkisiz denebilecek konumdaki kişiler bile olsa onun gazabından kaçamazlar; belki ölümleri daha acısız ve ıstırapsız olur ama mutlaka olur. Çünkü ‘sistem’ tüm unsurlarıyla onun için kötüdür, suçludur ve yok edilmelidir. Filmin anlatımı da bu yöndedir; “V(i)” filmin sonuna kadar hep sistemin (ve dolayısıyla kendisinin de) oluşmasına ön ayak olmuş kişiler üzerinden eylemlerini gerçekleştirir ve en sonunda sistemin gerçek temsilcisi parlamento binasını havaya uçurarak eylemlerine son verir. Filmin başında bir TV istasyonundan yayınladığı kendi TV şovuyla da bunu açıkça insanlığa duyurur.

Aslında filmde de gördüğümüz gibi kahramanımızın kendisine “V(i)” adını vermesi ve sembol olarak da “V”yi seçmesi basit bir rastlantı ya da senaryo oyunu değildir. Aynı şekilde onun bu seçimi, yine intikam duygusunun ya da kan davasının doğrudan kişilere indirgenemeyecek kadar basit olmadığını da göstermektedir. 'V' sadece Vendetta'nın (sisteme karşı güdülen bir kan davasının ya da sistemden alınacak bir intikamın) değil, manidar birçok kelimenin, birçok nesnel sembolün adının baş harfi (hatta filmin bir sahnesinde 'V(i)' baş harfi 'V' olan kelimelerden bir cümle kurar ki hem İngilizce orjinali hem de Türkçe çevirisi akıllara ziyandır) ve birçok kavramın da sembolüdür. Daha filmin başında, kılıcıyla duvara çizdiği ‘V’yi saymazsak, “V(i)’nin Londra Ağır Ceza Mahkemesi binasını havaya uçurması sırasında patlamanın duman bulutu gökyüzüne bir ‘V’ harfi oluşturarak yükselir. Film boyunca ‘V(i)’nin maskesinden tutun da gerçekleştireceği o büyük eyleme kadar vurgusu yapılan ve filmin açılış sahnesini oluşturan Guy Fawkes ve onun düzenleme girişiminde bulunduğu ‘barut komplosu’nun tarihi de (5 kasım 1605) yine Latince’de 5 anlamına gelen ‘V’ ile simgelenmektedir filmde. 'V' bazen bir toplama kampındaki hücrenin kapı numarası (Latince 5), bazen bir kırmızı gülün Latince adıdır. Bazen özgürlüğü için canını vermiş bir kadının adı, bazen de Goethe'den yapılmış bir alıntıdır. Bazen Vendetta'nın 'V(i)'si, bazen de Evey (İvi)'nin 'V(i)'sidir. 'V(i)'nin de dediği gibi, 'V' bir fikirdir aslında; bazen karşı çıktığımız, bazen de sonunda ölmek pahasına da olsa savunup peşinden koştuğumuz ve bizi yeni baştan  yaratan bir fikirdir. Bu yüzden film boyunca 'V'nin ne olduğunun çok da önemi yoktur ya da neyin baş harfi olduğunun veya tam olarak neyi sembolize ettiğinin. Çünkü  filmin hangi karesine baksak bir 'V' harfi saklanmıştır bazen bir cümlede, bazen de bir görüntüde. Aslında herşey 'V'dir ve dolayısıyla 'V' hiçbir şeydir. Ateşten doğan 'V(i)'nin kollarını yukarı kaldırıp iki yana açmasıyla onun bedeninde de can bulabilir; aynı hareketi Evey(İvi)'nin yağmur altında yapmasıyla bir başkasının bedeninde de can bulabilir. Çünkü 'V' bir düşüncedir ve taktığı maskenin bir önemi yoktur. Maskenin ardında sakladığı şey düşüncesi değildir çünkü, sadece kaderidir. Ve yaptıkları bu hareketle kendi kaderlerini kucaklamaktadırlar; bu sefer kaderlerini sistem değil kendileri yazacaklardır. Bir çeşit zafer (Victory) işaretidir bu, bizim ancak iki parmağımızla yapabildiğimiz işareti onlar tüm bedenleri ve benlikleriyle yapmaktadırlar; böylece aslında o sembolün kendisine dönüşmektedirler, yani 'V'ye! Bizim sadece peşinden koşabileceğimiz, ama asla dönüşemeyeceğimiz bir fikre...

Diğer taraftan 'V(i)'nin kendisine sembol olarak çizdiği 'V'ye baktığımızda, bunun açıkça Anarşizm'in sembolü olan "daire içindeki büyük A"yı hatırlattığını görürüz. Aslında gerek faaliyetleri gerekse düşüncesi tam da Anarşizm'e uygundur ya da daha yakındır 'V(i)'nin. Çünkü o mevcut Totaliter rejimi yıkmaya çalışmakta, ama yerine yenisini kurmayı düşünmemekte ya da bundan hiç bahsetmemektedir (kim bilir belki de kendi sonunu bildiğinden!). Hatta mevcut rejime karşı olduğunu bilmemize rağmen (ki mevcut rejim totaliter bir rejimdir, ama o da demokratik bir rejimden evrilmiştir), onun bir siyasi fikri savunduğunu da görmeyiz film boyunca. Onun bahsettiği tek şey özgürlüktür. Ve her durumda o 'V(i)' olacaktır ve her zaman sistemle kan davalı bir 'V(i)' bulunacaktır. Bu açıdan bakıldığında\ 'V(i)'nin hikayesinin en anlamlı finali uyarlandığı çizgi romanda karşımıza çıkmaktadır. Filmde göremediğimiz bu finalde, 'V(i)' öldükten sonra Evey (İvi) onun kostümünü giyerek ve Guy Fawkes maskesini takarak onun yerine geçer ve 'V(i)' olarak faaliyetlerine devam eder. Çünkü, filmin finalinde herkes Guy Fawkes maskesi taksa da, aslında güçü kontrol eden her iktidar totalitarizmin bir parçasıdır ve eninde sonunda tamamen ona dönüşecektir. Ancak Evey, 'V(i)'nin yerine geçerek o maskenin ardında 'iktidarla kan davalı' ölümsüz bir düşünce olduğunu da bize göstermiş olur. Üstelik çizgi romanın son karesinde görürüz ki o da kendisine bir halef bulmuştur. Çünkü 'V' ne olursa olsun, neyi sembolize ederse etsin, o herşeyden çok "Vendetta'nın V"sidir...

23 Şubat 2012 Perşembe

DARK CITY/ Gizemli Şehir, Alex Proyas, 1998, Avustralya-ABD, Bilim-Kurgu


Matrix ve 13. Kat (Thirteenth Floor) filmleriyle hemen hemen aynı tarihlerde gösterime giren ama 13. Kat ile birlikte, Matrix'ten çok daha radikal bir finale giden Dark City konu olarak da bu iki filme benzemektedir. Her üç film de 'gerçeklik', 'hayal', 'akıl' ve 'ruh' nedir gibi bir arayışa girmiş ve şaşalı görsel efektleriyle Matrix bu iki film arasından sıyrılarak aslında herşeyin birer kurgulanmış 'efekt' olduğunu bizlere ispatlamış ve bu efekti bozmamak için de mutlu sona doğru ilerlemiştir yavaş yavaş! Oysa hem Dark City hem de 13. Kat finallerinde ulaştıkları noktalar ve özellikle Dark City bize verdiği Matrix'den çok daha ilerdeki "varoluşçu" felsefesiyle Matrix'ten tamamen ayrılmaktadırlar. Matrix'te enerji sorununa çözüm bulan makineler için birer enerji kaynağı olarak karşımıza çıkan insanoğlu, Dark City'de ise "ruh nedir?" sorusuna cevap arayan uzaylıların birer kobayı olarak karşımıza çıkmaktadır. Zamanın, insanların karakterlerinin ve kişiliklerinin, hatta kenti oluşturan tüm dokunun uzaylı yaratıkların kontrolünde olduğu bir dünyada geçen Dark City, adı gibi karanlık anlatıma sahip bir film. Filmin sonuna kadar göremediğiniz güneşin yokluğu da bu anlatımı destekler nitelikte ve kent bir karadelik gibi herşeyi yutup sonunda yeniden kurmakta. Ancak burada hemen söylemekte fayda var, filmin sonunda görülen güneş insanlara 'gelecek için bir umut' olsun diye gösterilmemektedir; çünkü aslında insanların silinen anılarıyla birlikte 'umutları' da ortadan kalkmıştır ki filmi seyrettiğinizde zaten sürpriz finaliyle buna gerçekten de şahit olursunuz. Filmin kahramanı John Murdoch da geceyarısından önce uyandığı için (çünkü zaylılar bütün faaliyetlerini geceyarısında zamanı durdurarak gerçekleştirmektedirler) kazandığı doğaüstü güçlerle insanlık için bir umut olarak görülebilir başta ama filmin sonunda, kazandığı yetilerle bu sefer uzaylıların yerine kendisini koymaktadır o da, ve bunu kendi hayallerindeki dünyasını yaratmak için yapmaktadır. Dolayısıyla aslında o da insanlara kendi hayallerini gerçekleştirmeleri için bir şans vermemektedir.
Çünkü aslında hepimiz bir başkasının hayallerini yaşarız, kendilerimizinkini değil!

STRINGS-İPLER, Yön. Anders Ronnow-Klarlund, Fantastik-Animasyon


“Hayatın cennetten dünyaya sarkan iplerden aktığı büyülü bir evrende, iki ırkın arasında mazisi asırlara dayanan bir savaş sürmektedir. İki halk birbirine köklü bir nefretle düğümlenmiştir. Ancak gökyüzünde tüm insanların ipleri birbirine değmektedir. Kehanete göre hem kendine hem de halkına yabancı birisi, cennetten binlerce ipin kopmasına neden olan ve gökyüzünü ateşe boğan bu amansız savaşa son verecektir. Nefret ile düğümlenmiş iki halk sevgi ile bağlanmalıdır.”
‘İpler’ bildiğiniz filmlere hiç benzemiyor. Oyuncular sadece tahta kuklalardan ibaret. Her biri iplerle gökyüzüne bağlı ve oradan ‘oynatılan’ kuklalar. İpleri açıkça görebiliyorsunuz, onların oynatıldığını da. Bu dünyada bir insanın doğumu demek, iplerinin gökyüzünden yeryüzüne sarkıtılması demek; ölümü ise onu oynatan iplerinin bir makasla kesilerek, gökyüzünden düşmesi demek, ama gene de ‘kafa ipi’ kesilmediği sürece bir insan tam olarak ölmüş sayılmıyor. Hatta intihar etmek için ‘kafa ipini’ kesmek yeterli oluyor. Kuklaları oynatan ipleri tutanlar hiç görülmüyor, ama onları birilerinin oynattığını hissedebiliyorsunuz. Bunu hissettikten sonra da kendi iplerinizi arıyorsunuz! Bu film boyunca birileri bize bir şey anlatmak istiyor, ama ‘anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az’.
Unutmayın bir gün birileri de sizin kafa ipinizi kesecek!