30 Ekim 2012 Salı

BİZDEN HABERLER: Sosyal Medyada HBSGF

Yitik Ülke yayından Kadir Aydemir, Kitap Vitrini isimli sitedeki 10.22.2012 tarihli "Gitmek lazım, ama nereye?" başlıklı yazısında bizden de bahsetmiş. "Haftanın Siteleri" alt başlığında 'hayatınız boyunca seyretmeniz gereken filmler'i de listesine alan Aydemir'e buradan teşekkürlerimizi ileterek, herkesi Yitik Ülke yayınlarının çıkan, çıkmakta olan ve çıkacak güzel kitaplarını takip etmeye hatta birer tane de almaya davet ediyoruz.

22 Ekim 2012 Pazartesi

İKİ ARKADAŞ, aka DARBE, Şerif Gören, 1976, Türkiye, Macera, Dram


Televizyonda denk gelip de izlediğimiz ve 'Darbe' olan adı o dönemde (1976) sansürlenerek 'İki Arkadaş'a çevrilen bu Yeşilçam filmi, öyküsüyle neredeyse kendisine hayran bırakıyor. Özellikle Kore sinemasında görmeye alıştığımız türde bir intikam hikayesi anlatan film, içerdiği sürprizle de (tabii bir Old Boy kadar vurucu yapamasa da bunu, yine de Türk filmlerinde görmeye alışık olmadığımız şekilde) bir noktada insanı şaşırtmayı başarıyor. Yönetmenliğini Şerif Gören'in yaptığı filmde Cüneyt Arkın (Ahmet) ve Fikret Hakan (Kemal) iki Kore Savaşı gazisini canlandırıyorlar. Savaş sırasında yaralanan Kemal'i sırtında taşıyarak onun  hayatını kurtaran Ahmet, savaştan sonra bir fabrikanın muhasebe müdürü olarak çalışmaya başlamıştır ve oğlu da aynı fabrikada işçi olarak çalışmaktadır. Ahmet'in oğlu aynı zamnda fabrikadaki işçi şartlarının iyileştirilmesi için gidilecek olan grevde de başı çekenler arasındadır. Ahmet'in oğlunu filmin bir sahnesinde işçi-işveren müzakerelerinin yapıldığı masada görürüz; filmin en ilginç sahnelerinden birini oluşturan bu sahnede, sert müzakerelerin yapıldığı masanın işverenler bölümünde oturan kişiler  arasında ünlü sinema yazarı Atilla Dorsay, işçi bölümünde oturanlar arasında da yönetmen Sinan Çetin ve Yavuz Özkan da bulunmaktadır (kaynak). Sonuçsuz kalan müzakerelerin ardından işçiler fabrikada şalter indirerek greve giderler. Fabrika müdürü, Ahmet'ten grevin başını çeken oğluyla konuşmasını istese de bu girişim de bir sonuç vermez. Bunun ardından bir gece Ahmet'in evinin kapısı çalınır; arkadaşları oğlunun cesedini getirmişlerdir: Kırmızı renkli bir araba oğluna çarpıp kaçmıştır. Kısa bir süre Ahmet, oğlunun arkadaşlarıyla oğluna çarpan arabayı arar ancak bulamaz. Son çare olarak, savaştan döndükten sonra İstanbul'un önde gelen kabadayılarından biri haline gelen Kemal'den yardım ister. Kemal de can borcu olan arkadaşına oğlunun katilini bulacağına dair söz verir. Kemal bütün imkanlarını ve gücünü kullanarak katili aramaya başlar; İstanbul'un heryerine adamlarını salar, herkesten katili soruşturur ama o da "bu iş bizi aşar Kemal" nidalarından başka birşeye ulaşamaz. sanki herkes ağız birliği etmişçesine katili ondan saklamaktadır. Kemal de katili bulamayınca Ahmet tekrar kendisi aramaya başlar oğlunun katilini ve böylece şehirdeki bir serseri grubuna ulaşır. Elbette sonunda katili bulur Ahmet, ama bahsettiğimiz sürpriz bu olduğu için ne filmin sonunu ne de katili söylemeyelim şimdi burada.
Yukarıda filmin Darbe olan adının sansüre uğrayarak İki Arkadaş'a dönüştürüldüğünü söylemiştik ama filmin uğradığı sansür bununla kısıtlı değil. Filmin Olkan Özyurt'a ait senaryosu da işçi-işveren ve grev üzerine odaklı olduğu için (kim bilir belki de Darbe adı, işverene karşı yapılan bu girişimi vurgulamak içindi) sansüre uğrayarak yeniden elden geçiriliyor. Belki de bu yüzden bu kadar güzel bir hikaye çok da iyi olmayan bir senaryoyla karşımıza çıkıyor. Ama elbette o dönem için ve özellikle hikaye için bu gözardı edilebilir. Hatta sadece uğradığı sansür bile izlemek için bir sebep olabilir. Tolga Örnek'in Devrim Arabaları filminde çok güzel bir diyalog geçiyordu, Selçuk Yöntem'in canlandırdığı karakter Latif filmin sonunda, hüsranla sonuçlanan yerli araba girişiminin neden 'hüsranla sonuçlandığını' açıklıyordu tek cümleyle: "Zaten adı devrim olan bir arabanın sokaklarda dolaşmasına izin vermezlerdi."... Biz de diyoruz ki, "adı Darbe olan bir filmin o dönemde sansüre uğraması zaten kaçınılmazdı!".

12 Ekim 2012 Cuma

ARAYAN BULUR: 'Gözlük takıp görülen uzaylı filmi' THEY LIVE/Yaşıyorlar, John Carpenter, 1988, ABD, Bilim-Kurgu, Macera

Blogspot, aynı zamanda bloglarının admini de olan blog sahiplerine, bloglarına hangi siteler ve URL'lerden ziyaretçi geldiğini 'İstatistikler' başlığı altında gösterir. Ayrıca arama motoru 'Google'a yazılarak aranan bir kelimenin araması sonucu Google, kaynaklardan biri olarak blog sayfasını da listelerse aranan bu kelime ya da kelimeler de bu başlık altında blog sahibine gösterilir. 'Arayan Bulur' başlığı işte araması yapılan bu anahtar kelimeler üzerinden hangi filmin arandığını bulup (tabii yapılan aramada bizim sayfamıza bir gönderme yapılmışsa Google tarafından), aynı anahtar kelimeler tekrar kullanıldığında arama yapan kişilerin aramasının sonuçsuz kalmamasını amaçlamaktadır.


Arayan Bulur başlığının ilk araması 'gözlük takıp görülen uzaylı filmi'. Aslında 70'lerde doğmuş herkes, bir de bilim-kurgu sinemasına hakimlerse kelimeleri okur okumaz aranan bu filmi hatırlayacaklardır: Filmin baş kahramanı taktığı özel bir güneş gözlüğüyle, gözlük takmamış kişiler tarafından normal birer insan biçiminde görülen uzaylı istilacıları kendi garip ve pek de hoş olmayan biçimlerinde görebilmektedir. Ama elbette durum bu kadar basit değildir, zira John Carpenter'ın bu filmi ağır bir medya ve kapitalizm eleştirisi içermektedir. Kahramanımız John Nada, bir kiliseye düzenlenen polis baskını sonucu rastlantı eseri bulduğu gözlüğü taktıktan sonra acı gerçekle yüzyüze gelmekte ve başta medya olmak üzere dünyanın bütün önemli kurum ve mevkilerinin uzaylılar tarafından ele geçirilerek gizli propaganda aracı olarak kullanıldığını keşfetmektedir. Dünyayı gizlice bir sömürgeye dönüştürmüş olan uzaylılar, medya aracılığı ile yayınladıkları reklamlara ve şehirdeki reklam tabelalarına gizledikleri "itaat et, tüket, TV izle, düzeni eleştirme, hayal etme, bağımsız düşünme, 8 saat çalış-8 saat uyu-8 saat oyun oyna" gibi aslında kapitalizmin düsturu olan mesajlarla insanları uyutmaktadırlar, onların salise ve satır aralarına gizledikleri bu mesajlar da sadece gözlüğü takanlar tarafından fark edilebilmektedir. Burada hemen bir parantez açıp, bir dönem bu tür gizli mesajlar içeren ve 'Subliminal reklamcılık' (bilinçaltını hedef alan reklamlar) denen tarzda reklamlar üzerine gerçekten deneyler yapıldığını da belirtmekte fayda var. Bu tür reklamlarda, reklam arasına yerleştirilen saliselik görüntü ve yazılarla kişinin bilinçaltına hitap edilerek ürünü kullanması/satın alması/tüketmesi sağlanmaktadır. Burada uzaylıların da aynı yöntemi seçmesi ilginçtir; yoksa hep uzaylılar (kapitalizm) tarafından mı yönetildik? Kapitalizmin de kabul ettiği şekilde, paranın üzerine de "Bu sizin tanrınız" yazmıştır uzaylılar!
Filmin devamında gözlüğü taktıktan sonra 'aydınlanan' John Nada'nın, gözlüğü üretenleri bulup onlara katılması ve düzene başkaldırıp herkesin gözleri önündeki perdeyi kaldırıp, gerçeği görmelerini sağlamaları anlatılmaktadır. Aslında ilk üretildiklerinde 'sihirli kutu' olarak adlandırılan ve filmde hemen heryerde bir şekilde görülen televizyonlar da, günümüzde artık reklamların ve medyanın arkasındaki 'gerçeğ'i saklayan veya onları farklı görmemizi sağlayan bir çeşit gözlük (camı) değil midirler? Başbakanımızın da üç çocuk yapmayı iktidar politikası olarak belirlediği şu dönemde son bir parantez açıp, uzaylıların gizli mesajlarından bir tanesinin de "evlen ve çoğal" olduğunu söylemekte fayda var.    

Gözlüğü takınca dünya epey farklılaşıyor.