28 Kasım 2013 Perşembe

REPLİK VE DÜŞÜNDÜRDÜĞÜ: EMPEROR/ İmparator, Peter Webber, ABD, 2012, Dram, Tarih, Savaş


2. Dünya Savaşı'nın sonunda ABD ve müttefiklerinin Japonya'nın Hiroşima ve Nagazaki kentlerine attıkları iki nükleer bombayla savaşa son vermelerinin ardından, General Douglas MacArthur teslim olan Japonya'nın savaşa dahil olması konusunda Japon İmparatoru bir savaş suçlusu olarak ceza almalı mıdır yoksa almamalı mıdır sorusuna cevap bulabilmesi için General Bonner Fellers'ı görevlendirir. Ancak MacArthur, Fellers'ı rastgele seçmemiştir. Fellers savaştan önce Japon'ya üzerine çalışmış, yazılar yazmış ve savaş sırasında izini kaybettiği Japon sevgilisi Aya ile Japon'ya da yaşamıştır bir süre. Savaş çıkınca Amerika'ya geri dönmek zorunda kalan Fellers'ın, Japonya'ya karşı olan duygularının da etkisi altında kalacağını bilen MacArthur savaştan sonra bu konuyla ilgilenmesi için özellikle onu seçmiştir. Bir yandan Japon İmparatoru'nun bir savaş suçlusu olarak ceza alıp almaması gerektiğini araştıran Fellers, bir yandan da sevgilisi Aya'nın izini sürmeye başlar.
Ancak bizim için burada önemli olan, filmin en can alıcı repliklerinden birisi, belki de bir çeşit günah çıkartmadır. Filmin bir sahnesinde General Fellers, Japon Başbakan'a neden savaşın başında onca ülkeyi işgal ettiklerini sorar, ama başbakanın verdiği yanıt onu çok rahatsız eder: 

"Evet, Çin'de bazı yerleri işgal ettik, ama İngiltere hatta Portekiz bizden önce yapmadı mı bunu? Evet, Singapur ve Malaya'yı aldık, ama İngilizlerden aldık. Filipini, Filipinliler’den değil onu İspanyollar’dan alan Amerikalılar’dan aldık. Bir bölgeyi ele geçirmek uluslararası suçsa kim mahkum edecek İngiliz, Fransız, Hollandalı ve Amerikalı liderleri? Hiçkimse.
Öyleyse Japonya'nın farkı ne? Hiçbirşey.
Görüyorsunuz, General, sizin başarılı örneğinizi takip ediyoruz.”

 Evet, "bir bölgeyi ele geçirmek uluslararası suçsa kim mahkum edecek İngiliz, Fransız, Hollandalı ve Amerikalı liderleri?". Ve hatta, ABD'de 2. Dünya Savaşı'nın sonunda Hiroşima ve Nagazaki'ye attığı atom bombalarıyla 400.000 Japon'un ölmesine neden olmuşken, neden 2. Dünya Savaşı sadece Hitler ve Yahudi Soykırımı'yla aklımızda kalmıştır? ABD'nin yaptığı katliam değil midir? Bunca insanı öldürmek bir savaş suçu değil midir? Üstelik atom bombaları atılmadan önce Japonya teslim olmayı kabul etmişken, ABD ve müttefikleri neden şart olarak  bir de -Japonlar için kabul edilmesi imkansız olan- "Japonya'nın imparatorluktan vaz geçmesini" öne sürmüşlerdir?

"Japonya 10 Temmuz 1945'te Yüksek Savaş Yönetimi Kongresinde Sovyetler Birliği aracılığıyla müzareke yolunu aramak üzere Fumimaro Konoe'yi özel elçi olarak yollamayı kararlaştırarak Sovyetlere teklif ettiyse, 17 Temmuz 1945'teAlmanya'nın Potsdam kentinde Müttefikler liderleri Harry S. Truman, Winston Churchill ve Josef Stalin'in katılımıylaPotsdam Konferansı açıldı ve ertesi gün Sovyetler Birliği Japon özel elçinin yollanmasını reddetti.

26 Temmuz 1945'de Müttefikler "Potsdam Demeci" ile Japonya'yı teslim olmaya çağırdı. Ancak ilanın taslağında varolan İmparatorluk sisteminin korunmasına dair madde kaldırıldığı için Japon Başbakanı Kantarō Suzuki Potsdam Demecini kabul edemedi. Böylece Japonya'nın teslim isteği geri çevrilmiş oldu. Amerika Birleşik Devletleri Hiroşima'daki saldırısından sadece 3 gün sonra 9 Ağustos 1945 saat 11: 02'de Nagasaki'de Plütonyum-239 tipi atom bombası "Fat Man" (Şişko Adam) ile ikinci saldırı gerçekleştirdi." (Kaynak: Vikipedia)

Neden atom bombası denince Hiroşima ve Nagazaki'de ölen insanlar değilde, sadece geride bıraktığı Atom Bombası Mantarı aklımıza geliyor. Şimdi bir savaşı bitirdiği için ABD'yi mazur mu göreceğiz? Üstelik aynı ABD ve müttefikleri bugün Ortadoğu ve dünyanın muhtelif yerlerinde hala öldürmeye devam ediyor, hem de göstere göstere. Ve üstelik artık karşımıza NATO olarak çıkıyor(lar) ve istediği yere, istediği füze sistemini, savunma sistemini kuruyor(lar) NATO paravanı arkasında!

 Emperor/ İmparator tamamen tarihsel kişilikler üzerine kurulu ve gerçek olaylara dayanan bir film olması ve değindiği konu itibariyle görülmesi gereken bir film. Ancak bir ABD filmi sonuçta, bunu da unutmamak gerekir. Önemli bir not olarak da, konuyu araştırmakla görevli General Fellers'ın raporunu sunmasının ardından rütbesinin albaylığa düşürüldüğünü de belirtelim... Ne de olsa hayat, pardon ABD ikiyüzlü!

25 Kasım 2013 Pazartesi

PASIFIC RIM/ Pasifik Savaşı, Guillermo del Toro, ABD, 2013, Macera, Bilim-Kurgu

Artık hepimizin yakından tanıdığı ve takip ettiği İspanyol yönetmen Guillermo del Toro, ilk olarak Mimic/ Tehlikeli Yaratıklar gibi farklı bir yaratık hikayesi ve ardından gelen tersten bir hayalet hikayesi "El Espinazo del Diablo/ Şeytan'ın Bel Kemiği" ile kalplerimizi fethetmiş olsa da sonradan yaptığı işler onun asla kalbimize sığmayacağını göstermiştir. Blade II, çizgi romandan neredeyse birebir uyarladığı Hell Boy serisi ve o muhteşem ötesi Pan's Labyrinth/ Pan'ın Labirenti, filmin yönetmenini bilmeseniz dahi filmi görünce "bu kesin bir Guillermo del Toro" filmidir diyebileceğiniz türde bir tarza sahip olduğunu, bir tarz yarattığını bize ispatlayan filmler olmuştur. Hell Boy ve Blade gibi gişe bombası fantastik filmler yanında, özellikle Şeytan'ın Bel Kemiği (öncesinde Cronos) ve Pan's Labyrinth/ Pan'ın Labirenti ile fantastiği de dramla birleştirerek bambaşka şeyler yapabileceğini göstermiştir.
Sırada ise, bize bir sonraki filmi inşallah yıllardır beklenen kült animasyon Voltron'un sinema uyarlaması olur dedirten ve her açıdan "canavar"larla dolu bir film var: Pasific Rim/ Pasifik Savaşı. Dünya'nın, Kaiju (Japonca; dev canavar) adı verilen ve Pasifik okyanusunun tabanında açılan bir boyutlararası portaldan geçerek gelen gökdelen boyutlarındaki canavar uzaylıların saldırısına uğramasının ardından insanların Kaijular'a karşı verdikleri mücadele anlatılmakta Pasifik Savaşı'nda. Elbette insanların önce savaş uçaklarıyla başlayan mücadelesi zaman içinde gerçekten bir boyut değiştirecek ve savaş uçaklarının dev canavarlar karşısında ancak sivrisinek etkisi yaptığını gören insanlar, Kaijular'la savaşmak için bu sefer "Jaeger/Almanca; avcı" adı verilen kendi dev canavar robotlarını üreteceklerdir. Nöral köprüde sürüklenerek birleşen iki pilot tarafından kullanılan Jeagerlar, bizim daha çok çocukluğumuzda izlediğimiz Voltron, Transformers vb. animasyonlardan aşina olduğumuz türde, plazma topu, kılıç vb. silahlar kullanan, Kaijular gibi gökdelen boyutlarındaki -bir yük gemisi elinde oyuncak gibi kalıyor mesela, siz tahayyül edin gerisini artık- robotlar. Önceleri tek pilot tarafından kullanılan Jaegerlar, zamanla pilotta beyinsel ve sinirsel hasarlara yol açtığı için sonradan iki pilot tarafından kullanılarak pilot üzerindeki zihinsel ve sinirsel yük azaltılıyor. Jaeger'ın beyninin her bir lopunu bir pilot idare ediyor; böylece dev robotun sağ tarafını bir pilot, sol tarafınıda da diğer pilot hareket ettiriyor. Ancak bu hareketlerin senkronize bir şekilde olması için iki pilotun da "nöral köprüde" zihinsel olarak birleşmesi -sürüklenme deniyor buna- gerekiyor ve bu birleşmenin başarısı da pilotlar arasındaki duygusal bağın kuvvetine göre artıyor veya azalıyor. Bu nedenle pilotlar baba-oğul (Striker Eureka'nın pilotları) veya kardeşlerden (üç kollu Crimson Typhoon/Kırmızı Tayfun'u kullanan Çinli üçüzler gibi) oluşmaktadır.
Ancak bu mücadelede Kaijular, zamanla Jaegerlar'a karşı bir savunma oluşturmakta ve belli periyodlarla "gedik"ten geçerek gelen yeni Kaijular daha gelişkin bir hal almaktadırlar. Dolayısıyla Jaegerlar da buna gelişmekte, Gipsy Dancer (Çingene Dansçı) gibi manuel robotlar yanında, Crimson Typhoon/Kırmızı Tayfun, Striker Eureka, Coyote Tango gibi dijital robotlar da ortaya çıkmaktadır. Elbette bu durum bir kısır döngü olduğundan sonunda insanlar "gedik"in içine bir nükleer bomba atarak onu ortadan kaldırmayı denemeye karar verirler.
Pasific Rim/ Pasifik Savaşı'na kadar dev canavarların ve dev robotların geçirdiği sinemasal evrim.
Transformers'dan aşina olduğumuz "dev robotların bol gürültülü mücadelesi" bu sefer biraz daha büyümüş ve uzaylılarla yapılır hale gelmiş olarak neredeyse filmin tamamına hakim ve filmin neredeyse tamamı da bu nedenle bilgisayar ortamında yapılmış. Ne var ki bilgisayar ortamında da olsa yaratılan dünya atmosferi gerçekten müthiş ve her karesiyle, her karenin rengiyle del Toro'nun hayal gücünün ürünü. Çok sık ve açık olmasa da film bazı yerlerinde sırtını yasladığı kapitalizme de eleştiriler getiriyor. Özellikle filmin başında Kaijular'la Jaegerlar'ın savaşının henüz yeni başladığı ve Jaegerlar'ın Kaijular'a karşı zaferler kazandığı dönemde Jaeger pilotları birer "rock yıldızı gibi" karşılanmakta, TV programlarına çıkmaktalar. Bir yandan da kapitalizm, insanlığın yok edici düşmanları Kaijular'ın oyuncak bebeklerini yaparak onları pazarlamaktadır. Ayrıca filmin bir yerinde Kaijular'a karşı sahil şeridi boyunca yapılan "yaşam duvarı"nın haberi TV'den verilirken yetkili "insanları ve erzakları kıyıdan 500 km. içeriye taşıyoruz." dedikten sonra arkadan sipiker, "Yani sadece parası ve gücü olanları mı?" diye sorar. Diğer taraftan "gedik"ten gelen yaratıklar da sömürgeci ve emperyalistlerdir. Kaijular'dan aldı bir beyin parçasıyla "sürüklenme" yaşayan grubun bilm-adamı, onların zihnine girer ve yaratıkların geçmişini öğrenir. Dünyayı istila edip koloni haline getirmeye çalışan yaratıklar bunu ilk olarak dinozorlar zamanında yapmışlardır ve bizim dinozor dediğimiz devasa yaratıklar da aslında o zaman gönderilen Kaijular'dır. Ancak atmosfer bu kolonizasyonun hedefine ulaşmasına engel olmuş ve dinozorlar ortadan kaybolmuşlardır. Aradan binlerce yıl geçtikten sonra insan ozon tabakasını delmiş, atmosferdeki klima etkisini arttırmış ve yapılabilecek bütün kötülükleri yaptıktan sonra kendi dünyasına; aslında boyutlar arası yaratıklar için de dünyayı ve atmosferini hazır hale getirmiştir. Dolayısıyla bu valıklar da kendi genetik üretimleri olan Kaijular'ı gedikten göndererek, onları dünyayı ve üzerindeki insan uygarlığını yok etmekle görevlendirmişlerdir.


Teknik olarak neredeyse kusursuz olan Pasifik Savaşı, dev canavarlar, robot canavarlar yanında bir de efekt canavarıyla dolu bir film. Ancak özellikle aksiyon ve bilim-kurgu alanında da hak ettiğini layıkıyla yerine getiren bir film. Özellikle bu filmi seyrettikten sonra siz de bizim gibi, kült çizgi film Voltron'ın sinema uyarlaması için en iyi ismin Guillermo del Toro olduğu konusunda hem fikir olacaksınızdır. Yine sırf Optimus Prime ve "tak tak tak" diye değişen arabaları yüzünden fanatiği olduğumuz, bir başka çocukluğumuz uyarlaması Transformers'dan da her anlamda kat ve kat ötede olduğunu da belirtmekte fayda var Pasifik Savaşı'nın. Bu da Michael Bay ile Guillermo del Toro arasındaki sinemasal yaklaşımın ne kadar farklı olduğunu bize gösteriyor.
Ufak bir not: Bebek Kaiju'nun karnından çıkan şeyi görmek için filmi jeneriğin sonuna kadar izleyin. 
Bu kare, çocukluğumuzun Voltron'ının elinde kılıcıyla gökyüzünde bir canavarla çarpıştığı sahneleri hatırlatmıyor mu?